Günün en sevdiğim saati sabah uyandığım vakit.. Eve giren ışık muhteşem, fotoğraf mı çekeyim, biraz blogla mı ilgileneyim, biraz okuyayım mı yoksa akşamdan kalan el işimi mi bitireyim bilemiyorum.. Öyle bir enerji düşünün hepsini aynı anda yapmak istiyorum. Hatta günün o vakti çabucacık geçince üzülüyorum tüh yine yetişmedi diye... Böyle bir hal işte.
Nedendir bilmem bugün mektuplarla uyandım. Kitaplığı düzenledim, biraz Nazım'ın Piraye'ye yazdığı mektupları karıştırdım, oradan da devamı geldi.
Mektup okumayı seviyorum, hele ki sevdiğim yazarların mektupları kitaplaştırılmışsa kaçırmam döne döne okurum. Çünkü gerçektir, hayatlarına dair en büyük ipuçlarını verir. Neyi severler, neyi sevmezler bilirsiniz. Sanki evlerinde dolaba sakladıkları mektupları bulmuş gibi sevinirim. Bir çırpıda da biterler... Size de olur mu bilmem, bazen bir cümleyi okurken gözüm aşağıdaki cümleye kayar merakla acaba ne var diye. İşte öyle bi heyecan benimkisi mektuplara karşı...
4 tane sevdiğim kitabım var. Bugün hepsi aklıma geldi birden, hangi cümlenin altını çizmişim diye hızla karıştırdım sayfaları, kimi sayfada takılı kaldım, tekrar okudum.
Dedim ya güne Nazım Hikmet'le başladım. Nazım, bu mektupları 1954-1957 yılları arasında Piraye'ye yazmış. Nazım işte... Öyle güzel yazıyor ki.
Altını çizmişim bir zamanlar döndüm yine okudum.
" Piraye!
Gözlerim dolu dolu yazıyorum. Ağlamamak bazen ne güç şeymiş.
....
...
Hayat çetin şey cicim! Hislerini kaybetmeden onu balta gibi yaranlara ne mutlu. "
Sonra lisede hayranlıkla okuduğum hatta okumak değil kitaplarını resmen yalayıp yuttuğum Tezer Özlü. Şimdi okuduğumda biraz içim kararıyor da ayrı severim Tezer Özlü'yü. Sıradaki kitap Leyla Erbil'den Tezer Özlü'ye mektuplar. Leyla Erbil 1994 yılında kitabın önsözünde şöyle bahsediyor. Bu iki arkadaşın birbirlerine iki sözü varmış. İlki evlilik kurumunu ve kocalarını anlatan bir roman yazmak. Leyla Erbil sözünü tutmuş, Mektup Aşkları'nı yazmış. Ama ne yazık ki Tezer Özlü kendininkini yazamadan, Leyla Erbil'in kitabını da okuyamadan bu diyardan gitmiş.. İkinci sözleri ise, birbirlerine yazdıkları mektupların yayınlanması. Leyla yine sözünü tutmuş ve mektupları kitaplaştırmış. Tezer Özlü'den Leyla Erbil'e Mektuplar.
İşte tam benim kafamda canlandırdığım Tezer Özlü'yü, kendi sözcükleri ile okuduğum satırlar...
"Ünlü ve aktüel olmak istemiyorum. Ama gene küçük bir kitap yaparsam, okuyana bir şey versin, içini dalgalandırsın, onu huzursuz etsin istiyorum... "
Hazır Leyla Erbil'den bahsetmişken. Leyla Erbil'e Ahmet Arif tarafından yazılmış mektuplar var. Leylim Leylim kitabın adı. Nasıl bir sevdadır bu, kendine hayran bıraktıran.
Şöyle demiş bir mektubunda Ahmed Arif;
" Canım benim,
bilir misin, 'canım' dediğimde içimden canımın çıkıp sana koştuğunu duyarım hep. "
Ve geldik son kitaba. Aslında mektup sevdam bu kitapla başladı. Cemal Süreya - On Üç Günün Mektupları, 1972 yılında hastanede yatan eşi Zuhal Tekkanat'a yazdığı mektuplar. Alıntı için koca kitabı yazmam gerek buraya, öyle bir kitap ki her satırın altı çizilesi.
Baksanıza ne güzel demiş ;
" düşler, anıların kız çocuklarıdır."
Farkettim de ne uzun yazı oldu, alışık değilim bu kadar yazmaya ama su gibi aktı yazarken. Bu da buraya böyle bir not olsun.
Siz de sever misiniz mektupları ? Belki sizden de bir öneri gelir ?
Sağlıcakla kalın..